Bu sabah serin bir rüzgar var. Güneş ılık. Evin önündeki boşluktayız. Göz alabildiğince akyıldız!
Kasım-Şubat-Nisan. Aa, boşluk hareket ediyor. Boşluk hareket ettiriyor. Bu bir yer çekimi mi? Zaman döngüsünün merkezden dışa doğru hareket anında gibiyiz. Uzuvlar gökyüzündeki bir dağa, dağdaki bir yüzeye doğru açılıyor. Böğürtlenler dikenli kollarını uzatmış, sarılmaya davet ediyor. Yamaçlarda açıkta gözüken kökler birbirine sarmalanmış, nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan fasyaya benziyor. Ne güçlü ve büyük bir ağın üzerinde durduğumuzu fark ediyoruz.
Öğle vakti Bülent abi, Melis ve Emre ile buluşup Alıç Yaylası’na, ardından çakEv’den görünen gözlem kulesine sürüyoruz. Kulenin yamacında henüz açmamış kalabalık bir orkide topluluğuna rastlıyoruz. Buraya yeniden geleceğiz.
Bitkiler nasıl yayılıyor? Mantara benzeyen pembe çiçek, namıdiğer asalak, enerjisini sağladığı ağaç köklerini nasıl buluyor? Zarar görmüş toprakları “öncü bitkiler” dönüştürüyor. “Normalde” ormanda görülmeyen gelincik, bir yangın sonrasında öncü oluyor.
Dönüşte çiftleşme dönemi için suya girmiş semenderlere uğrayıp Bülent abinin kamelyasında günü çayla sonlandırıyoruz. Bülent abinin karşı yamacı bir özet gibi. İki gündür gördüğümüz birçok çiçek o yamacın koynunda yaprak yaprağa duruyor. Şimdiye kadar sadece burada görebildiğimiz ters laleyi yine çiçekte göremeden oradan ayrılıyoruz. Bülent abi çiçeğini görebilmek için onu ara ara ziyaret edecek.
Derken gitme vakti geldi bile.
Birkaç gün sonra Kami, Esme ve Mihran gelecek. Ağaçev’in posta kutusuna mektubumuzu bırakıp İstanbul’a doğru yola çıkıyoruz